‘’Sorgulanmamış bir
hayat, yaşanmaya değmez"
Sokrat
‘’Gerçek yolculuk, kendine yapılan yolculuktur.” (Simurg)
"İnsanlar dağların doruklarını,
denizin dalgalarını, geniş nehirleri
ve koca okyanusu seyretmek için yolculuk yaparlar, ama en yüce mucize olan
kendilerini görmeksizin geçer giderler." Aziz Augustin
''İlacın kendindedir farketmiyorsun,
İlletin kendindendir görmüyorsun, Zannedersin ki sen küçük bir parçasın,
Halbuki sen büyük bir âlem saklarsın” Hz. Ali
Sokrat 70 yıllık yaşamının tamamını Atina'da
geçirmiştir. Sokrates MÖ. 470 civarında doğdu ve 399'da öldü. Aktif filozof
olarak hayatı insan merkezci dönem dediğimiz döneme (450-400) denk düşer. Yani
sofistlerle aynı dönemde yaşadı. Sokrates ilk Atinalı filozoftu ve ömrünün
sonuna dek orada yaşadı. Aristokrat değildi; babası duvarcı, annesi ebeydi. Bir
karısı (Cantippe) ve üç çocuğu vardı. Sokrates'i bir insanoğlu olarak
ayrıcalıklı kılan şey, O'nun ahlakı kuvveti, adil ve kanaatkar hayatı,
hazırcevaplığı, sözünü sakınmaması ve hoş mizacıdır.
Sokrat’ın düşüncelerini, aynı zamanda
öğrencisinin öğrencisi olan Aristo’nun materyalist düşünceleri ile
karşılaştırıldığımızda Sokrat’ın düşüncelerinin İlahi bir kaynaktan beslendiği
izlenimi doğmaktadır.
Sokrates, insan, toplum, ahlak, devlet,
ölüm ve ölüm sonrası hayata ilişkin günümüze ulaşan pek çok düşüncesi ile
günümüze değin her dönemde felsefi akımları ve insanlığı derinden etkilemiştir. Sokrat, kendisini izleyen düşünürler üzerinde
özellikle de ethik (ahlak felsefesi) yönünden oldukça etkili olmuştur.
Sokrat,Kant’a göre “aklın
ideali”,Hegel’e göre “Bir İnsanlık Kahramanı; felsefesini yazmayan,ama yaşayan bir gerçek filozof”,Nietzche’ye
göre ise “Ölüm bunaltısı nedir bilmeyen,yaşayan biri değil,bir salt akıl olarak
ölen ve hayat güdüsünden tümüyle kopmuş bir canavar”dır
Araştırmacıların bulgularına göre Sokrates’in
düşüncesinin temelinde kâinatın düzenli bir bütün olduğu ve bir yaratıcı
tarafından idare edildiği, bundan dolayı da mükemmel bir düzenin olduğu görüşü
yatıyordu. İnsan ise varlığın odak noktasında bulunuyordu. Bu sebeple insanın
kendisini tanıması varlığı doğru olarak algılaması ve anlamlandırması için
şarttı. Bunu kavramak için de özel bir gayret gerekiyordu. Günlük geçim
kaygısı, mal sevdası ve politik kaygılar ve çabalar içinde bulunan insanların
bunları düşünmeye zamanı yoktu ve bunun için sorgulama yöntemi ile uyarılmaları
gerekiyordu. Sokrates’in yaptığı da bundan başka bir şey değildi.
Düşüncesini oluşturan temel ilkeleri de okulunun
kapısına asmıştı. Orada “Yaratıcı birdir. Başlangıcı yoktur, sonu da
olmayacaktır. Her şeyin yaratıcısı O’dur ve hiçbir şeye benzemez” yazıyordu.
Sokrat zamanında felsefe
hep göklerle ilgilenirdi. Sokrat ise felsefenin dikkatini insana çevirdi ve
insan hayatının sorunlarına, çevirdi.
İşte bundan dolayı Sokrates’ten felsefeyi gökten yere indiren filozof diye
bahsederler.
Ancak döneminin iktidara
sahip güçlüleri, Sokrat'ın, insan olmanın en temel özelliklerinden biri olan
sorgulamayı harekete geçirmesinden korktular. Kendini sorgulamaya başlayan, ne
olduklarını ve kavramlarını sağlam bir temele dayandıranlara hükmetmenin
yönlendirmenin ve yığın insanı yapmanın mümkün olmadığını anladıklarında Sokrat
için zehirlenerek ölüm cezası vermişlerdi. Ancak Sokrat için asıl olan yaşamak
değil, erdemli bir yaşam ve onurlu bir ölümdü.
Sokrates'e göre erdem, bir biçimde bilgiyle eştir. Fakat onun
bilgi anlayışı biraz karmaşıktır. O,dış dünyanın fiziksel bilgisi dışında,
kendimiz ve içinde bulunduğumuz durumlar hakkındaki bilgiyi de dâhil eder. Sokrat
için en önemli bilgi insanın kendini bilmesi yani içsel bilgidir.
Sokrat’a göre insan hem iyidir hem de kötüdür.
İnsan, iyiliğin de, kötülüğün de nüvelerini bünyesinde taşır.
Sokrat’a
göre tüm insanları, toplumları, polisleri, kısaca tüm evreni yöneten bir salt
akıl vardır. Diğer canlılar arasında yalnız insanoğlu bu salt akıldan pay
almıştır.
Tam
anlamıyla dindar bir insan olan Sokrat, yaşamının önemli anlarında içinde bir
ses duyduğunu söyler. "Benim Daimon'um" dediği bu ses ona şu ya da bu şekilde davranması
gerektiğini söyler. Sokrat, Tanrı'nın sesini kendi içinde duyduğunu söyler.
Sokrat'a göre bu uyaran, alıkoyan, doğru yolu gösteren ses, Tanrı'nın sesidir
ve kutsal bir sestir. Ona göre, Tanrı bize sadece dış araçlar, yani rahipler ve
falcılar aracılığı ile değil, doğrudan kendi içimizden, kendi bilinçaltımızın
sesi ile seslenebilir.
Ona göre ruhta saklı doğrular vardır.
Bunlar herkes için ortak olan doğrulardır. Disiplinli, sıkı bir düşünme ile
“Doğru” nun bulunabileceğine inanır. Bu doğrular çalışma ve üzerlerinde durup
düşünme ile yukarıya çıkarılabilir, bilinir bir hale getirilebilirler.
Sokrat’a göre evren, akli bir düzene göre kurulmuştur ve orada tesadüfün yeri yoktur. Evrende her şey, mevcut bir gayeye, her gayede diğer bir gayeye göredir. En son gaye de, ‘bir’ dir, ‘tek’ tir.
Sokrat’a göre evren, akli bir düzene göre kurulmuştur ve orada tesadüfün yeri yoktur. Evrende her şey, mevcut bir gayeye, her gayede diğer bir gayeye göredir. En son gaye de, ‘bir’ dir, ‘tek’ tir.
SÂD suresi 72. Ayeti (….
onun içine ruhumdan üflediğim zaman…) hatırlatan bu ve pek çok günümüze ulaşan düşünceleri
yüzünden pek çok kişi Sokrat’ın bir peygamber olabileceğini söylemişlerdir.
Belirttiğimiz gibi Sokrat için asıl olan bilinçli ve erdemli bir
yaşamdır Sokrat, bilgiyi deneyimleri toplayarak aramaz; fakat başlıca,
kavramsal analizle birlikte insanoğlu ve toplum hakkındaki adalet, cesaret,
erdem ve iyi yaşam gibi muğlâk kavramların izahıyla yapar bunu. Ancak bu
yeterli değildir. Erdem, yaşamamız gerektiği gibi yaşamaktır. Bu iyiye dair
norm ve değerlere ilişkin vukufiyet ya da normatif idrake de sahip olmak
zorunda olmakla mümkündür. Bilgi, kişiyle bir olmak zorundadır. Bilgi, kişinin
temsil ettiğini söylediği değil; gerçekten temsil ettiği, yaşadığı, idrak
ettiği şeydir.
Sokrat’ın önemsediği şey: insanın kendisine karşı
dürüst olması, kendisiyle uyum içinde olmasıdır. Örneğin kendisine mutluluk ile
ilgili sorulan bir soruya yanıt olarak Sokrat, bu soruya cevap verebilmek için
önce insanın "kendi içine bakması gerektiğini", bu soruyu öncelikle
kendisine sorması gerektiğini söyler. Bu düşünce bize Tassavvufun ‘’ kendini
bilmek’’ dediği şeyden başka bir şey değildir.
Sokrates'in felsefedeki
ve felsefe tarihindeki
önemi, öncelikle onun bilinçli ve ahlâki kişiliğin bulunduğu yer olarak ruh
kavramını bulmuş olmasından kaynaklanır; felsefenin merkezine insanı geçiren,
insanın kendisiyle, evrenle ve toplumla olan ilişkisinin ne olduğunu ve ne
olması gerektiğini araştıran, insan yaşamının kişisel, toplumsal ve ahlâki
boyutunu ön plana çıkaran Sokrates aynı zamanda bu yönü ile etik tarihindeki
ilk büyük teorinin kurucusu olmak durumundadır.
Onun etiğinin en temel tezi ya da önermesi, bir insanın en önemli faaliyetinin ruhuna gereken özeni göstermesi olduğu veya sorgulanmamış bir hayatın yaşanmaya değer olmadığı tezidir. Sokrates'in inancına göre, kişinin nasıl yaşaması gerektiği sorusu üzerinde düşünmemesi onun değersiz ve dolayısıyla mutsuz bir yaşam sürmesiyle eşanlamlıdır.
Onun etiğinin en temel tezi ya da önermesi, bir insanın en önemli faaliyetinin ruhuna gereken özeni göstermesi olduğu veya sorgulanmamış bir hayatın yaşanmaya değer olmadığı tezidir. Sokrates'in inancına göre, kişinin nasıl yaşaması gerektiği sorusu üzerinde düşünmemesi onun değersiz ve dolayısıyla mutsuz bir yaşam sürmesiyle eşanlamlıdır.
İnsanlar başka insanların da bulunduğu ve toplum
değerlerinin hakim olduğu bir dünyaya dahil olmuş durumdadırlar. Ne yapmaları
neyin peşinden koşmaları ve nasıl yaşamaları gerektiğini onlara her zaman
anne-babaları akrabaları, kısacası büyükleri söyler. İnsanlar toplumun
ideallerini ve değerlerini olduğu gibi benimserler. İçinde bulunulan sosyal
atmosfer neyin doğru neyin yanlış, neyin iyi neyin kötü olduğuyla, yani
ahlâklılıkla ilgili birtakım fikirleri insanlara aktarır.
Söz konusu sosyal koşullanma ya da toplumsallaşma
süreci içinde, hemen tüm insanlar toplumun ideallerine gönüllü yazılır ve
çevrenin beklentilerine uygun yaşar. İnsanların çoğu mesleklerini dahi,
toplumun kutsadığı, ya da önemsediği alternatiflerin arasından seçer ve
yaşantılarını böyle planlar.
Kısacası, insanlar üyesi oldukları topluma ve bağlı
bulundukları kültüre göre yaşarlar. İşte böyle bir yaşam, Sokrates'in ‘’sorgulanmamış'’ dediği varoluşçuların
20. yüzyılda 'sahici olmayan yaşam' diyecekleri hayattır.
Çünkü böyle bir hayatı sürdürürken çoğu insan,
Sokrates'in ruh adını verdiği karakterlerine ya da tinsel yaşamlarına gereken
özeni göstermez. Sosyal kimlikleriyle, içinde bulundukları toplumun
ideallerine uygun yaşadıkları zaman, insanın bunun için zamanı bile olmaz.
Zenginlik, haz ya da şan şeref peşinde koşarken, bir de tinsel boyutları
olduğunu unuturlar, kendilerini harekete geçiren gücün ne olduğunu
sorgulamadan, kişisel hedeflerinin gerçekten de değerli olup olmadığını tartışmadan
başka herkes gibi yaşanan sürüden bir insan olarak yaşamaya devam ederler. Toplumun kendilerine sunduğu değerler üzerinde
bir an bile düşünmeden, sosyal baskıyla, bedenin arzularıyla sürüklenirler.
Kısacası, ‘’sorgulanmamış’’ bir
yaşam süren insanların hayatı kendi ellerinde ya da kendi kontrollerinde
değildir; onların denetimi dışarıdan gelmektedir. Bu ise, kişiyi mutsuzluğa
götüreceği için, bir felaketten başka hiçbir şey olamaz. Öyleyse, insan,
mutluluğu buna bağlı olduğu için ruhuna özen göstermek zorundadır. Ruha
gereken özeni göstermek ise insanı insan yapan şeyin ne olduğunu, ruhun
bizatihi kendisini, neyin insan doğasını tamamlayıp gerçekleştireceğini bilmektir.
İşte buradan Sokrates'in etik anlayışının bir başka ünlü sözü çıkar: 'Kendini bil!', 'Kendini tanı!' Yaşamda mutluluk insanın kendi benine ilişkin bilgide, insanın kendisine dair doğru kavrayışta yatar, çünkü bir insan kendi doğasını, kendisini harekete geçiren motifleri, zaaflarını ve sınırlamalarını, yeteneklerini, yaşamının gerçek amacını bilirse eğer, bu bilgiye uygun olarak akıllıca ve bilgece davranıp, mutluluk nihai hedefine ulaşabilir.
Mutluluk, buna göre, Sokratik etiğin insanlar için koyduğu nihai hedef, gerçek ahlâki iyidir. İyi insan tarafından arzu edilen ihtiyaç ve eksikliği duyulan şey olmakla birlikte, Sokrates'e göre iyi, insanların ihtiyaç duyduklarını ve arzu ettiklerini düşündüğü şey olmayabilir, zira insanlar, gerçek ihtiyaçlarının neler olduğuyla ilgili olarak yanılabilmekte ve gerçekte eksikliğini duymadıkları bir şeyin, hatta kendileri için zararlı olan bir şeyin peşinden koşabilmektedir. Şu halde, ahlâki iyi, insanların ihtiyaç duyduklarını düşündükleri şey olmayıp, onların doğaları gereği, gerçekten ihtiyaç ve eksikliğini duydukları, insanlara doğal olarak ait olan ve ona sahip oldukları takdirde onları gerçekleştirecek, tamamlayacak şeydir. Sokrates'in söz konusu kendini gerçekleştirme haline verdiği isim, mutluluktur.
İşte buradan Sokrates'in etik anlayışının bir başka ünlü sözü çıkar: 'Kendini bil!', 'Kendini tanı!' Yaşamda mutluluk insanın kendi benine ilişkin bilgide, insanın kendisine dair doğru kavrayışta yatar, çünkü bir insan kendi doğasını, kendisini harekete geçiren motifleri, zaaflarını ve sınırlamalarını, yeteneklerini, yaşamının gerçek amacını bilirse eğer, bu bilgiye uygun olarak akıllıca ve bilgece davranıp, mutluluk nihai hedefine ulaşabilir.
Mutluluk, buna göre, Sokratik etiğin insanlar için koyduğu nihai hedef, gerçek ahlâki iyidir. İyi insan tarafından arzu edilen ihtiyaç ve eksikliği duyulan şey olmakla birlikte, Sokrates'e göre iyi, insanların ihtiyaç duyduklarını ve arzu ettiklerini düşündüğü şey olmayabilir, zira insanlar, gerçek ihtiyaçlarının neler olduğuyla ilgili olarak yanılabilmekte ve gerçekte eksikliğini duymadıkları bir şeyin, hatta kendileri için zararlı olan bir şeyin peşinden koşabilmektedir. Şu halde, ahlâki iyi, insanların ihtiyaç duyduklarını düşündükleri şey olmayıp, onların doğaları gereği, gerçekten ihtiyaç ve eksikliğini duydukları, insanlara doğal olarak ait olan ve ona sahip oldukları takdirde onları gerçekleştirecek, tamamlayacak şeydir. Sokrates'in söz konusu kendini gerçekleştirme haline verdiği isim, mutluluktur.
Sokrates'e göre yaşamak da bir sanattır; daha doğrusu iyi ve doğru yaşamak istiyorsak, yaşamayı nihai amacı mutluluk olan bir sanat olarak görmemiz gerekmektedir. Yaşamanın amacı olan mutluluğa erişmenin yolları ise, bir insan kişiliğini meydana getiren yetkinlik halleri olarak tanımlanan, erdemlerden başka hiçbir şey değildir. Başka bir deyişle, onda erdem, mutluluk amacının aracı olmak durumundadır; yani, erdem, insanın doğasını tam olarak gerçekleştirdiği, potansiyelini tam anlamıyla hayata geçirdiği, kendi yetkinliğine ulaştığı bir hal olan mutluluk amacına eriştiği değer ya da niteliktir.
Sokrat’a göre kötülük bir hatadan, bilgisizlikten doğar. Kötülük aynı zamanda kişinin mutluluğu yanlış yerde aramasından kaynaklanır. Kötülük yapmak, yani yanılmak, gerçek değerlerin yerine yalancı değerleri koymaktan kaynaklanır. Değerlerin sahtelerini görüp anlayan ve bunların yerine gerçek değerleri koyan insan, hiçbir zaman kötülük yapamaz. Bir başka deyişle, gerçekten istenmesi gereken ile kaçınılması gerekeni, ya da korkulmayacak şeyle korkulması gereken şeyi birbirinden ayırt etmek gerçek "bilmek" demektir.
O’na göre şerri işleyen insan, işlediği amaç için gereken aracıyı seçmekte
aldanan adamdır. Kötü insanlar istediklerini gerçekten yapamayanlardır ve
yapmış oldukları şeyler de kendileri için iyi ve hayırlı görünen şeylerdir. Çünkü
kötülük yapanlar, kötülüklerini kendilerini mutlu edeceği yanılgısı ile
yaparlar.
Sokrat için ölüm, yokluk değil, daha iyi bir geleceğe atılan adımdır. Dolayısıyla Sokrates'in dediği gibi, "bilge kişi, hayatı boyunca ölümü arar, bu yüzden de ölüm ona korkunç değildir;" bunun yanında "maddi hayat bir derttir ve yalandır. Bu yüzden maddi hayatın yok edilmesi bir mutluluktur ve biz bunu dilemeliyiz." Böylece birçok bilge kişinin tebliğ ettiği hayatın anlamı ve buna bağlı olarak ölüm gerçeğini kendi hayat felsefesi olarak benimser
Sokrat için ölüm, yokluk değil, daha iyi bir geleceğe atılan adımdır. Dolayısıyla Sokrates'in dediği gibi, "bilge kişi, hayatı boyunca ölümü arar, bu yüzden de ölüm ona korkunç değildir;" bunun yanında "maddi hayat bir derttir ve yalandır. Bu yüzden maddi hayatın yok edilmesi bir mutluluktur ve biz bunu dilemeliyiz." Böylece birçok bilge kişinin tebliğ ettiği hayatın anlamı ve buna bağlı olarak ölüm gerçeğini kendi hayat felsefesi olarak benimser
Sokrat adaleti “iyiyi kötüden ayırma bilgisi” olarak
ele almıştır. Kadın erkek eşitliğini savunan, kanunların ortak iyiliği
hedeflediğini söyleyen Sokrat, devlet idaresinin bilgili insanlarca yapılmasını
istemiştir.
Sokrates, amaca giden her yolun mubah
sayıldığı, erdemin kenara bırakıldığı bir demokrasiye inanmıyordu. Halk erkin
(demokrasinin),ancak erdemli insanların ortaklaşa esenlik, bilgi, dürüstlük,
yeterlilik (ehliyet) gibi değerleri de gözettikleri bir toplumsallıkla olanaklı
olabilirdi. Üstüne üstlük keskin bir sınıf farklılaşmasının (özgür yurttaşlar,
köleler) geçerli olduğu Atina demokrasisinde eser bile yoktu. Birtakım
lafazanlar retorik yeteneklerine (hitabetlerine) etkilenmeye ve telkine açık
kitleleri kolaylıkla yönlendiriyorlar. Kendi kişisel çıkar ve amaçları
doğrultusunda kullanıyorlardı. Lafazanların (demagogların) ve şarlatanların kol
gezdiği Atina sitesi demokrasisinde Sokrates’ın karşı olduğu kuralsızlık,
çıkarcılık, ahlakdışı tutumlardı. Sokrates kendi ifadesi ile gerçekten de bir
at sineği gibi Atina site devletinin kurulu düzenini ve yerleşik çıkarlarını
rahatsız etmekteydi.
Sokrat, iler
tutar yeri kalmamış, artık biçimi bile kurtaramayan, yalnızca bir takım
önderlerle ayakta durabilen sarsak Atina demokrasisinde demokrat bir Sokrates
olmak yerine insanları aydınlatan bir Sokrates olmak yolunu seçti. Onun insan
değerlerine bağlılığı o sözde demokrasiden alabildiğine çıkar sağlayan basit ve
dolayısıyla bayağı insanların dönemin iktidar sahiplerinin gözünü korkuttu.
Daha sonra ise Atinalı gençleri baştan
çıkarmak, para karşılığında felsefe dersleri vermek, toplumsal kargaşa üretmek
ve Atina’nın yürürlükteki Tanrılarını tanımamakla suçlandı. Ve hakkında bir
dava açıldı. Kendisine özür dilerse bağışlanacağı belirtildi ancak o reddetti.
Çarptırıldığı ölüm cezasının infazı öncesinde dostlarının, kendisini
tutukevinden kaçırma önerisini de geri çevirdi.
Sokrates’in kendisine karşı kurulan
düzmece mahkeme karşısındaki savunması öğrencisi Platon’un Apolocya (Sokrates’in
Savunması) yapıtında ölümsüzleştirilmiştir. Burada Sokrates’in savunmasının
ilkesel bir eksene oturtarak yürüttüğünü izlemekteyiz. Hukuk tarihi bakımından
çok önemli duruşma tutanağı da olan savunma ilkeli, bütünlüklü ancak ödünsüz
bir hukuksal savunmadır. Haklılığını kanıtlayacak pek çok savına karşın
Sokrates suçlu bulunarak oy çokluğuyla ölüm cezasına çarptırılacaktır. Ölüm
cezasının infazı baldıran zehiri yöntemiyle gerçekleştirilecektir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder